Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, İstanbul Altınbaş Üniversitesi'nde “Kıbrıs Adası'nın Stratejik Önemi ve Kıbrıs Türkü'nün Mücadelesi” konulu konferansta vurguladı
“Ben Kıbrıs Türkü’nün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hakkını savunmaktan dolayı gurur duyuyorum”
Fotoğraflar
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, İstanbul temasları kapsamında İstanbul Altınbaş Üniversitesi'nde “Kıbrıs Adası'nın Stratejik Önemi ve Kıbrıs Türkü'nün Mücadelesi” konulu bir konferans verdi.
Konferans konuşmasına, İstanbul’da böyle bir törende bulunmanın kendisi için büyük bir mutluluk olduğunu ifade ederek başlayan Cumhurbaşkanı Tatar, 35 yıl önce İstanbul’da medya sektöründe çalışırken 1950’li yıllarda kurulan Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin başkanlığını yaptığını dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Tatar, sürekli toplantılarda bir araya gelip Kıbrıs meselesini kamuoyu ile paylaştığını belirterek çeşitli etkinliklerde bulunduğunu sözlerine ekledi. Altınbaş kardeşlerin kendisini hiçbir zaman yalnız bırakmadığını dile getiren Cumhurbaşkanı Tatar, kendisine “fahri doktor” unvanı tevdi edilmesinden dolayı Altınbaş Ailesi’ne teşekkürlerini sundu.
Cumhurbaşkanı Tatar, sözlerini şöyle sürdürdü;
“Altınbaş Ailesi Kıbrıs'tan başladı, Kıbrıs'tan başlayarak Türkiye'ye geldi ve Türkiye Cumhuriyeti’nde bu müstesna üniversiteyi kurdu. Başarıdan başarıya koşmuş ve önemli bir üniversite haline gelmiş olan Altınbaş Üniversitesi'nin bu defa ters yönden, Türkiye'den Kıbrıs'a gittiğini göreceğiz. Yakında, Altınbaş Üniversitesi'nin bir kampüsünü, KKTC’de görmek bize mutluluk verecektir.
Kıbrıs meselesi bizim için elbette her zaman yüreğimizde ve gönlümüzdedir. Çünkü bir Türklük davasıdır. Her ne kadar da Misak-ı Milli'nin dışında kalmış olsa da 1571’de 80 bin şehit verilerek Venediklilerden alınmış olan Kıbrıs’ı 350 seneye yakın yönettikten sonra 1878’de farklı sebeplerle İngiltere’ye kiralanması, 1914 Çanakkale Savaşları dolayısı ile İngiltere’nin tek taraflı olarak ilhakından sonraki günler, Kıbrıslı Türklerin adadaki en acılı günleridir. Çünkü kimse kendi devletinin adayı terk etmesini ve İngiliz bayrağının göndere çekilmesini istemedi.
İngiltere’nin Yunanistan ile yakınlığı dolayısıyla Kıbrıs’ta Rum-Yunan nüfusu artmıştır. Kıbrıs Türkü’nün yaşadığı büyük bir acıydı. Oynanan oyun, Kıbrıs’ı elimizden almaktı. Bunun adına medeniyetler çatışması da diyebilirsiniz. Neticede bütün oyun, adadaki Türk varlığını silmektir.
Maalesef Girit’te benzer durumlar yaşanmıştır. Bizim Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaş her zaman Girit’e dikkat edilmesi gerektiğini söylemiştir. Girit’te yaşananlar, Kıbrıs’ta da olmasın demiştir.
Davamıza sahip çıkıp birlik ve beraberliğimizi bu anlayışla yürütelim, Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilerimizi her daim sürdürelim, Türkiye Cumhuriyeti de her zaman kendi iç sorunlarına rağmen dikkatini hiçbir zaman Kıbrıs’tan ayırmadı. O yalnızlık yıllarında liderlerimiz Dr. Fazıl Küçük ve arkadaşları her zaman bir sorun olduğunda Ankara’ya gitmişler ve orada Kıbrıs’a dikkati çekmeye çalışmışlardır.
Çünkü İngiliz sömürge yönetiminde o yıllarda gerçekten durumlar bunun gibi değildi. Türkiye'nin farklı sıkıntıları vardı. Rum-Yunan ikilisinin bize karşı sürdürdüğü siyasetle soydaşlarımız, Anadolu’ya ve yurt dışına göç etmek zorunda kaldı.
İletişimin olmadığı zamanlarda Anadolu ile soydaşlarımızın arasındaki bağların kopmaması için yapılan fedakârlıklar asla unutulmaz. Silahlar, sandallarla Türkiye'den getiriliyordu ve bereketçi dediğimiz genç mücahitler o sandallarda gece vakti Anamur'a ve yakın bölgelere gidip oradaki Özel Harp Dairesi’nin yardımları ile onlara verilen silahları sabaha kadar tekrar Erenköy'e ve civarındaki köylere getirmek suretiyle hayatlarını hep riske atmışlar. Kimileri denizlerde kaybolmuş, kimleri Rumlar tarafından yakalandığında hunharca şehit edilmiştir. İşte böylesine bir neslin oradaki mücadelesi ile Kıbrıs Türkü, 1974 yılına kadar her türlü saldırıya ve esarete direnebilmiştir. Türkiye ile tekrar bağlarımızı kurabileceğiz, belki biz göremeyeceğiz ama gelecek nesiller Türk askerinin, Mehmetçiğin adaya çıkacağını görecekler umudu ile hep Beşparmaklardan Toroslara bakarak o zor günleri aşmışlar, Eoka günlerinde 103 köyümüzün yakılıp yıkılması ile yıllarca insanlarımız belki nüfusumuzun yarısı, temel ihtiyaçlardan yoksun, sağlık malzemelerinden yoksun, elektriksiz o çadırlarda Kızılay'ın desteğiyle varlığını sürdürmüş, Dr. Fazıl Küçük gibi cesur yüreklerin insanlara sürekli olarak ilgisi onları ayakta tutmak için verdikleri mücadele ile Kıbrıs Türk halkı bağımsızlığını ve özgürlüğünü sürdürebilmiştir. Tabii ki bizim için dönüm noktası, 20 Temmuz 1974 yılı bir cumartesi sabahı Kıbrıs Barış Harekâtı’dır. Çünkü yine Rum-Yunan ikilisinin yaptığı bir yanlış vardır. 15 Temmuz 1974'te 1960 antlaşmalarına rağmen Yunanistan'ın Kıbrıs'taki iş birlikçileri cuntacılar Makarios’u darbe ile indirmişler ve o gece Doğu Akdeniz'de ikinci bir Yunan Cumhuriyeti ilan etmişler. Dolayısıyla Anayasa’yı ihlal etmişlerdir.”
“Kıbrıs meselesinin boyutları uluslararasıdır, bölgeseldir, Türkiye Cumhuriyeti’ni direkt ilgilendirmektedir”
Cumhurbaşkanı Tatar, 15 Temmuz 1974 darbesini Türkiye Cumhuriyeti ilk önce İngiltere ile istişare ettikten sonra tek taraflı müdahale hakkını kullanarak 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdiğini ve Mehmetçiğin adaya çıkması ile artık Kıbrıs’ta yeni bir dönem başladığını belirtti.
Bu dönemin öneminin, KKTC’nin temellerinin atılması olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Tatar, daha önce Kıbrıs’ın bir bütün olduğunu, çoğunluğun azınlığı yönettiği Anayasa ihlalleriyle Rumların Türk tarafı üzerinde kurduğu o domine etki ile bizim bir azınlık statüsüne indirgenerek yok edilmeye çalışıldığımızı dile getirerek sözlerini şöyle sürdürdü;
“Milli siyaset, Kıbrıs Türk halkının özgür, bağımsız, başı dik bir şekilde yaşayabilme mücadelesidir”
“Girit gibi Kıbrıs'ın da bir Yunan adası olması için büyük bir gayret vardı. Ama biz bunlara hep direndik ve 20 Temmuz 1974'ten sonra artık yeni sınırlar çizildi. Kuzey Kıbrıs Hükümeti 1983'ten sonra kuzeyde, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise güneyde kaldı. Yıllarca hep federasyon temelinde bir antlaşma için Kıbrıs'ta yeni bir düzenin oluşması için 50 yıldan fazla bir zaman, uluslararası müzakerelerle Kıbrıs'ta Kıbrıs Türkü’ne boş zaman geçirtmişlerdir.
Rumlar kendini maalesef BM’nin desteğiyle Kıbrıs'ın tümünün hükümetiymiş gibi bir tanınma gerçekleştirmiş ve 2004 yılında Annan Planı’nda uluslararası bir gayretle bizim evet dememiz ve onların hayır demesiyle yine hayal kırıklığı yaşanmıştır. Çünkü ne kadar samimiyetsiz ve Kıbrıslı Türklere yönelik ne kadar haksızlıkla bu süreçleri götürmeye çalıştıklarının en basit ifadesi budur. Uluslararası bir planı maalesef reddediyorlar ve buna rağmen tek taraflı olarak Avrupa Birliği’ne alınıyorlar. Bu durum, olayı daha da karmaşık bir hale getirmiştir çünkü tanınmış Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Avrupa Birliği’ne girmesiyle artık Kıbrıs’ta federal temelde bir antlaşmanın olamayacağı da ortaya çıkmış oldu. Her türlü temaslarda bunları dünya ile paylaştık ve kabul edilemez olduğunu haykırdık. Kıbrıs’ta bir statü değişikliği olacaksa mutlaka Türkiye’nin de söz hakkı olacaktır. Kıbrıs meselesinin boyutları uluslararasıdır, bölgeseldir, Türkiye Cumhuriyeti’ni direkt ilgilendirmektedir. Kıbrıs bir Yunan adası olsaydı bugün Türkiye mağdur olacaktı. Ben Kıbrıs Türkü’nün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hakkını savunmaktan dolayı gurur duyuyorum.
Kıbrıs’ta iki ayrı halk vardır, Kıbrıs Türk halkı ve Kıbrıs Rum halkı. Kıbrıs Türk halkı, varlığını sürdürebilecekse o adanın şartlarında mutlaka tarihle gelen bağlar, hak ve hukuk bir bütün olarak korunmaktadır. Kıbrıs Türk halkı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarları ile o bölgedeki hakkımızın korunmasında birlikte hareket etmek zorundayız. Kıbrıs davası müşterek ve milli bir davadır. Varlığımızı sürdürebilmemiz için Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği şarttır. Kıbrıs’ta bir antlaşma olacaksa iki egemen eşit devletin iş birliği ile olacaktır.
KKTC bir gerçektir. Artık 60 yıl sonra Kıbrıs Türklerini ortadan kaldıracak bir siyaseti asla kabul etmeyiz. Bizim yolumuz egemenlik yoludur. Kimsenin gücü, Türkiye Cumhuriyeti ile aramızdaki bağları koparmaya yetmez. Ben milli siyaseti temsil ediyorum. Milli siyaset, Kıbrıs Türk halkının özgür, bağımsız, başı dik bir şekilde yaşayabilme mücadelesidir.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a her daim Kıbrıs Türkü’nün yanında olduğu için teşekkür ederim.”