EN

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Lefke Avrupa Üniversitesi’nde “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi ve Kıbrıs Konusundaki Son Gelişmeler” konulu bir konferans verdi

“Kıbrıs her zaman Türk dünyasının yaşamında olacaktır. Kıbrıs bir değerdir”

Fotoğraflar

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Lefke Avrupa Üniversitesi Hukuk Fakültesi Konferans Salonu’nda “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi ve Kıbrıs Konusundaki Son Gelişmeler” konulu bir konferans verdi.
 
Konferansta yaptığı konuşmada, Lefke Avrupa Üniversitesi’ndeki öğrencilerle bir arada olmaktan dolayı duyduğu mutluluğu ifade eden Cumhurbaşkanı Tatar, gençlerin geleceğimiz olduğunu belirterek Lefke’nin bir Osmanlı şehri olduğunu söyledi.
Osmanlılar adaya geldiğinde ilk yerleştikleri yerleşim yerlerinden birinin de Lefke olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Tatar, Lefke’ye hizmeti geçen herkese teşekkürlerini sundu.
 
Cumhurbaşkanı Tatar, sözlerini şöyle sürdürdü; 
“Kıbrıs meselesine gelirsek, acılarla dolu ve Kıbrıs Türk halkının mağdur olduğu, soykırımların yaşandığı, şehitlerin verildiği bir geçmişe sahip adadır burası. Farklı Türk boylarının gelip gittiği bir ada ve bu coğrafyanın bir cevheri.. Stratejik ve ekonomik değeri olan bir ada. Ticaret yollarının kesiştiği bir bölge. Burası Anadolu’ya 40 mil uzaklıkta. Bu adanın tamamen Avrupa Birliği’nde ve Türkiye Cumhuriyeti ile olan bağlarımızın kopartılmasına yönelik her türlü strateji ve siyaseti reddediyoruz. 
 
Çünkü esas olan halkların kendi geleceğidir. Halkların kendi geleceğini tayin etme hakkıdır. Adanın geçmişine baktığımızda, Kıbrıs Türkü’nün, Kıbrıslı Rumlardan daha fazla hakkının olduğunu söyleyebilirim. Egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü talebimiz, gayet doğaldır ve bütün bu haklar uluslararası antlaşmalardan kaynaklanmaktadır. 1571’den 1878’e kadar Osmanlı hakimiyetinde olan bu ada, 1878’de İngiltere’ye kiralanıyor. O zaman Osmanlı Devleti’nin çeşitli sıkıntıları, Rusya ile çatışması ve işgal tereddütlerinin olduğu bir dönemde İngiltere karşılığında Kıbrıs Adası’nı kiralıyor. Özel sözleşmeler ve Rusya ile olan sıkıntı aşıldığı noktada bu adayı tekrar Osmanlı Devleti’ne iade edeceğine dair İngiltere’nin imzası vardır. Çanakkale Savaşı ve 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla Almanya ile birlikte hareket eden Osmanlı Devleti’yle İngiltere karşı karşıya geliyor. Sonrasında İngiltere gayet acımasız bir şekilde adayı ilhak ediyor. 
 
Osmanlı Devleti ile İngiltere arasındaki kira sözleşmesi, ihlal ediliyor ve esas hükümdarlık devri 1923 Lozan Antlaşması ile oluyor. Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde olan Kıbrıs Adası, elbette Osmanlıların etkisi altındadır. 1923’ten sonra burada tamamen İngiliz yönetimi yani İngiliz Sömürge Dönemi başlar. Bu dönemde ne okullarımızda ne devlet dairelerinde ne kurum ve kuruluşlarımızda Türk bayrağı asamazdık. Türk bayrağı sadece, Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyükelçiliği’nde vardı. Çocuklara bayrak sevgisini öğretmek için Türkiye Büyükelçili binasına götürüyorlardı. Orada çocuklar Türk bayrağını görme fırsatı buluyordu.
 
1960’a kadar İngiliz Sömürge Dönemi devam ediyor. Burada bulunan Kıbrıs Türkü’nün birçoğu İngiliz pasaportunu almayı reddettiği için Anadolu’ya geri döndü. Rum-Yunan ikilisinin acımasız saldırıları ve birtakım insan hakları ihlallerinden dolayı bazı soydaşlarımız göç ediyor. Böylece nüfusumuz azalıyor. İngiliz Sömürge Dönemi’nde Yunan nüfus çoğaltılıyor. Bundan sonra çoğunluk ve azınlık meselesi konuşulmaya başlanıyor. Halbuki biz hiçbir zaman kendimizi bir azınlık olarak görmedik. Biz her zaman kendimizi siyasi anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin de desteği ile eşit bir halk olarak gördük. İşin acı tarafı 1571’den 1923’e kadar Osmanlı idaresinde olan bu ada, İngiliz Sömürge Dönemi’nde İngiltere Rum-Yunan ikilisine, nüfus artışı için fırsat veriyor. Bu ada kendilerininmiş gibi bir anlayış geliştiriyorlar. Uluslararası camia maalesef medeniyetler çatışması denilen bu bölgede Rum-Yunan ikilisini batı dünyasını bazı güçlerin desteklemesiyle onları bize olan eşitliği ihlal edilmeye başlanıyor. 1960 Antlaşması çok önemliydi. 1960 yılında, dönemin başbakanı Adnan Menderes ile dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun ve Dr. Fazıl Küçük ile Rauf Raif Denktaş’ın da gayretiyle Kıbrıs Kuruluş Antlaşmaları’nda Kıbrıs’ta iki eşit halkın olduğunu ve müktesep hakları bakımından ikisinin de ayrı egemenliği olduğu Kıbrıs Kuruluş Antlaşmaları’nda o şekilde dizayn ediliyor ve bunlar Kıbrıs Anayasası’na yansıyor. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda adanın ilk cumhurbaşkanı Papaz Makarios oluyor. Bana göre İngiltere hiçbir zaman garantörlüğünün sorumluluğunu yerine getirmedi. Çünkü 1963’teki Kanlı Noel’de ve çeşitli yerleşim yerlerinde yapılan Rum saldırılarında yüzlerce soydaşımızı katlettiler ve biz bunun acısını hâlâ yaşıyoruz. O dönemde Makarios’un ifadesi; ‘Biz Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Enosis’e bir sıçrama tahtası olarak görüyoruz’ şeklindeydi. Onların niyeti, Kıbrıs’ta barış, huzur ve iki halkın bir arada yaşamasından ziyade bu adayı Yunanistan’la birleştirmek ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelere bağlı olarak bir bakıma Anadolu’yu kuşatmak. 
 
Çünkü Rodos ve Girit, benzer durumlardan geçti. Oralar Yunanistan’a bağlandı. Ege Denizi’nde neyin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Çok tehlikeli oyunlarla karşı karşıyayız. Aynı anlayışın Kıbrıs’a da yayılmasıyla Ege adalarından Doğu Akdeniz’in bu noktasına kadar Yunan yayılmacılığı, onların büyük Yunanistan hayalinin bir göstergesidir. Çünkü yayınladıkları haritalarda sadece kara parçası, toprak parçası değil, aynı zamanda denizlerdeki zenginliklerin ve yetki alanlarının da kendi egemenliklerinde olduğu bir harita hayal ediyorlar.  
 
Kıbrıs’ta bir antlaşma istiyoruz. Her zaman diyaloga açığız ama egemen eşitliğimizin devam etmesi lazım. Kıbrıs’ta kuzeyde bir Türk devleti olduğunu da artık Rum-Yunan ikilisinin bu gerçeği görmesi lazım. Onlara göre kuzeyde bir devlet yok kuzeyde Türkiye’nin işgali var. Bizi sahte devlet olarak tanımlamaya devam ediyorlar. Bu devletin esas kökü Geçici Türk Yönetimi, Otonom Devlet, Federe Devlet ve KKTC’dir. Kıbrıs Türk halkı egemenliğe, bu topraklarda özgür ve bağımsız bir şekilde kendi kendini yönetme hakkına sahiptir. Biz Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla atıldık. Kıbrıs Türk halkı büyük bedeller ödemiştir. Bugün bir devletimiz varsa bunun altında büyük bir mücadele vardır. Bütün saldırılara direnmiş ve kendi onurumuzu hiçbir zaman başkalarına çiğnetmemiş bir halkız. Canıyla kanıyla devlet kurmuş bir halkız. 
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin tam desteğiyle yolumuza devam ediyoruz. Bu, ulusal güvenliğimizin temel taşıdır. KKTC’yi yönetenlerin, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerle iyi ilişkiler içerisinde olması gerekir. Kıbrıs her zaman Türk dünyasının yaşamında olacaktır. Kıbrıs bir değerdir. Karşı tarafa da şunu söylemek istiyorum; barışın devamını istiyorsanız, gerçekleri göreceksiniz Hayal aleminde yaşamaya devam edecekseniz, onun kimseye bir hayrı yoktur. Çatışma kültürü yerine, uzlaşı kültürü olması gerekir. Kıbrıs’ta yeni siyasetimiz, yan yana yaşayan iki ayrı devletin iş birliğiyle bir antlaşma olabileceğidir.” 
 
 
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 77. BM Genel Kurulu’nda yaptığı tarihi konuşmada Kıbrıs Türklerine uygulanan izolasyon ve ambargoların kaldırılması gerektiğini ve bunun insan hakları bağlamında bir zulme dönüştüğünü vurguladığını anımsatan Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Semerkant’ta ise Türk Devletleri Teşkilatı toplantısında Anayasal ismiyle devletimizin gözlemci üyeliğinin kabul edildiğini de belirterek “Aşama aşama buranın bir devlet olarak var olduğu gerçeği tüm dünya tarafından kabul görmektedir” dedi. 
 
Tanınma konusunda dost ülkelerin birtakım konularda kısıtlamaların olacağı şeklinde tehdit edildiğine işaret eden Cumhurbaşkanı Tatar, bu ülkelerle buna rağmen her türlü kültürel ilişkilerimizin olduğunu ve gün geçtikçe bu ilişkilerin zenginleşeceğini dile getirdi. Cumhurbaşkanı Tatar, Türkiye Cumhuriyeti’ne bu konuda KKTC ve Kıbrıs Türk halkına verdiği destekten dolayı bir kez daha teşekkür etti ve “Türkiye Cumhuriyeti her zaman Kıbrıs Türkü’nün yanında olmuştur ve bundan sonra da olmaya devam edecektir” dedi. 
 
“Verilen sözlerin tutulmaması ve Kıbrıs Türk halkına uygulanan tecridin devam etmesi, insanlık adına bir utançtır”
 
Annan Planı ile ilgili olarak yöneltilen soru üzerine Cumhurbaşkanı Tatar şunları belirtti:
“BM Genel Sekreteri Kofi Annan zamanında dünya devletlerinin Kıbrıs’ta bir uzlaşma için bastırmaları sonucu ortaya çıkan bir plandı. Annan Planı’ndaki eksiklik egemenlik meselesidir. Benim kanaatimce, kuzeydeki devlet şu andaki egemenlik hakkımız kadar egemenliği olmayacağı bir yapıda olacaktı. Annan Planı’nda her iki taraf evet deseydi kurulacak cumhuriyet AB’ye tam üye olacaktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin üye olmadığı dışlandığı AB’ye üye olmamız bizi farklı tehlikelere sürükleyecekti”. 
Türkiye Cumhuriyeti’nin her zaman Kıbrıs Türklerinin garantörü olmasının önemine vurgu yapan Cumhurbaşkanı Tatar, Türk askerinin adadaki varlığının Kıbrıs Türkü için güvenlik açısından son derece önem arz ettiğini kaydetti. 
 
Annan Planı’nda Türkiye Cumhuriyeti’ni adadan dışlamayı içeren tehlikelerin olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Tatar, Annan Planı’nda mal mülk konusunda da önemli sıkıntılar içerdiğini söyledi. Cumhurbaşkanı Tatar, Annan Planı’nda çok büyük tehlikeler olmasına rağmen Kıbrıs Türk halkının büyük fedakârlık yaparak evet dediğini belirterek karşı tarafın hayır demesine rağmen AB’ye üye yapıldığına ancak Kıbrıs Türklerine uygulanan tecritlere verilen sözlere rağmen son verilmediğine işaret etti ve “Verilen sözlerin tutulmaması ve Kıbrıs Türk halkına uygulanan tecridin devam etmesi, insanlık adına bir utançtır” dedi.  
 
“Siyasetimizin zemini güçlenmektedir”
 
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un KKTC’yi örnek gösterdiği açıklaması ve Rusya ile ilişkiler konusundaki başka bir soru üzerine Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, zaman içerisinde siyaseti güçlendirmenin yollarına baktıklarını ifade ederek Lavrov’un açıklamasının da elimizi güçlendirdiğini belirtti. Cumhurbaşkanı Tatar, Lavrov’un açıklaması sonrası, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs Türklerinin sesini BM’de ifade edebilmesi ve Semerkant’ta Türk Devletleri Teşkilatı’nda gözlemci üye olarak kabul edilmemizin siyasetimizin zeminin güçlenmekte olduğunu gösterdiğini dile getirdi. “Bu işin geri dönüşü yoktur. Bu milli meseledir. Türk dünyasının mücadelesidir” diyen Cumhurbaşkanı Tatar, zeminimizin güçlenmesi için ekonomik ve sosyal açıdan refahımızın artırılmasının gerekliliğine, geçmişimize sahip çıkarak devletimize olan inancımızın pekiştirilmesinin önemine dikkat çekti. 
Türk dünyasının en güneydeki temsilcisi olarak KKTC’nin ulusal çıkarların korunmasındaki önemini ve milli unsurların sürdürülmesinin gerekliliğini yineleyen Cumhurbaşkanı Tatar, “Bizleri federal çatıda, çoğunluğun azınlığı yöneteceği bir parametre içerisine kısa vadeli ekonomik vaatlerle çekmek ve Türkiye ile kültürel, siyasal ve ekonomik bağları koparmak hiç kimsenin haddine olamaz. Türkiye Cumhuriyeti ile ulusal antlaşmalarla aramızdaki kadim bağlar sürdürülmektedir” dedi. 
Bir başka soru üzerine Cumhurbaşkanı Tatar, Maraş’taki malların çoğunun vakıflara ait olduğunu ve bir uzlaşıya varılması ve hukuki sorunların ortadan kalkması için tazmin edilecekse ya takas ya da iade yapılması gerektiğini söyledi.