Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in 15 Kasım 2020 tarihli açıklaması, Kıbrıs gerçeklerinden ne kadar uzak ve Kıbrıs sorununa taraf olan iki eşit halk ve Devlet’e karşı ne kadar yanlı davranıldığını bir kez daha göstermiştir.
“Üyeler arasında dayanışma” saikiyle yapıldığı anlaşılan bu talihsiz açıklamayla AB ayrıca çözüm konusunda herhangi bir yapıcı rol oynayamayacağını da kanıtlamıştır. BM Genel Sekreteri’nin Sözcüsü Spethennie Dujarric ise Kıbrıs meselesi ve Maraş konuşmalarında BM’nin bilinen görüşlerini tekrarlayarak “tek yanlı hareketlerden kaçınılması” çağrısını yinelemiştir.
Bilindiği gibi Kıbrıs sorununun siyasi eşitliğe dayalı iki kesimli iki toplumlu bir çerçevede çözümlenmesine yönelik on yıllardır devam eden görüşmeler süreci, Temmuz 2017’de Crans-Montana’da yer alan BM’nin de katıldığı konferansta çökmüş ve orada gözlemci sıfatıyla hazır bulunan AB Temsilcisi de buna bizzat şahit olmuştur. Keza, söz konusu çöküşten Kıbrıs Rum tarafının sorumlu olduğu, başta BM olmak üzere tüm katılımcılar ve uluslararası toplum tarafından da görülmüştür. Bunu müteakip, bu çöküşün federal çözüm arayışlarının sonu olduğu ilgili taraflarca ortaya konmuş “BM parametreleri” diye bilinen bütün öneri ve belgelerin geri çekildiği kayda geçmiştir. BM Genel Sekreteri, bilahare verdiği raporda, taraflara ülkelerine dönerek bir düşünme ve değerlendirme sürecine girmelerini ve ne yapmak istedikleri konusunda yeni fikirlerle kendisine dönmelerini önermişti.
Bu arada Kıbrıs Türk halkı bir seçim süreci yaşamış ve halkımız egemen eşitliğe dayalı iki Devletli çözümü savunan Sn. Ersin Tatar’ı Cumhurbaşkanlığı makamına seçmiştir. Halkımızın bu iradeyi hür ve demokratik seçimlerde onaylaması yarım yüzyılı aşkın bir dönemdir varoluş mücadelesi veren ve hala ciddi mağduriyet yaşayan bir halkın bu haksız ve adaletsiz statükoya “dur” demesinin bir sonucudur. Görüşmeler süreci boyunca BM tarafından ortaya konan bütün ana çözüm önerilerini kabul etmiş olan ancak hala izolasyon ve kısıtlamalar altında tutulmaya devam eden Kıbrıs Türk halkı ortaya koyduğu bu yeni politikayla kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğunu tüm dünyaya bir kez daha hatırlatmıştır.
İlgili tüm çevrelere bir kez daha hatırlatırız; söz konusu çözüm önerilerini reddeden hep Kıbrıs Rum tarafı olmuş, bu çerçevede 2004 yılında BM’nin masaya koyduğu kapsamlı çözüm planını reddetmesine rağmen AB üyeliğiyle ödüllendirilmiştir. Bu adaletsizlik ve dengesizliği AB’nin geç de olsa görmesini ve yapılan bu tarihi hatadan ders çıkarark Kıbrıs’taki iki eşit halk ve tarafa karşı daha duyarlı ve daha dengeli bir politika izlemesini bekliyoruz.
Ülkemizde son yapılan demokratik seçimlerde halkımızın onay verdiği, iki tarafın işbirliğini öngören iki Devlete dayalı politikaya, BM ve AB dahil, tüm ilgili aktörlerin saygı duyması gerekmektedir. Ne BM ne de AB’nin bu iradeyi görmezden gelme veya buna karşı çıkma hakkı yoktur. Kapsamlı çözüm konusunda sürekli karşımıza çıkarılan BM kararlarıyla ilgili olarak bu kararların halkımızın iradesinin üstünde olmadığını ve olamayacağını vurgulamak isteriz. Kaldı ki BM Ana Sözleşmesi evrensel ve kalıcı bir prensip olarak halkların eşitliği ve kendi kaderini tayin hakkına saygı göterilmesine amirdir. Çeşitli dönemlerde konjonktürel olarak alınan Güvenlik Konseyi kararlarının bu yüce prensiplerin üzerinde olamayacağı açıktır. Keza, bir çözümün empoze edilemeyeceği ve serbestçe ulaşılması gerektiği ortadadır.
Maraş konusundaki kararlara atıf yapan çevrelerin ise şu gerçekleri göz önünde bulundurması gerekmektedir:
Geçmiş dönemlerde Maraş’ın bir paketin parçası olarak güven yaratıcı önlemler çerçevesinde kaç kez önerildiğini ve Kıbrıs Rum tarafınca reddedildiğini hatırlatmak isteriz. Kapsamlı çözümün bir parçası olduğu dönemlerde de aynı retçi muameleye uğrayan Maraş, bu süre içinde statükonun bir simgesi haline gelmiştir. İlgili kararlarda öngörüldüğü gibi kendi yasal sakinlerine mülklerini iade edecek şekilde Maraş’ı açmak BM kararlarına uygun olduğu kadar hukuki ve insani açıdan da olumlu olarak değerlendirilmesi gereken bir harekettir. Çünkü, söz konusu devir işlemlerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yasal bir iç hukuk çaresi olarak kabul ettiği KKTC’deki Taşınmaz Mal Komisyonu’nun marifetiyle yapılması öngörülmektedir.
Kıbrıs’ta tek yanlı ve diyaloğa zarar veren bir davranış aranıyorsa, Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Türk Halkı üzerinde uyguladığı izolasyon ve kısıtlamalara bakılması gerekir. KKTC’ye geçişi engellenen her turist, doğrudan uçuş hakkı elinden alınan her Kıbrıs Türkü ve yabancı uyruklu, uluslararası müsabakalara katılmaktan mahrum bırakılan her Kıbrıslı Türk sporcu, Yeşil Hat Tüzüğüne rağmen ticari mal ve şahısların geçişine konan her engel, bu tek yanlı, insanlık ve çağ dışı uygulamanın yeni bir kanıtını teşkil eder. AB ve BM’nin Kıbrıs’taki gelişmelere doğru perspektiften bakması, yansız davranması ve bu suretle adil, gerçekçi ve sürdürülebilir bir uzlaşı için gerekli iklimin yaratılmasına yapıcı katkı koymasını bekliyoruz.